Ana içeriğe atla

Lösemi

 

Lösemi
Sueda Atik
 

Şekil 1

Lösemi Nedir ?

  Lösemi kan kanseri olarak da bilinir. Genellikle ileri yaşlardaki insanlarda tanısı koyulsa da, çocukluk döneminde beliren kanser türlerinin 3’te 1’ini oluşturan ve beyaz kan hücrelerinde görülen bir çeşit kanser türüdür. Kemik iliği tarafından oluşturulan beyaz kan hücrelerinde (akyuvarlar) bulunan lenfoid ve myeloid hücrelerinin anormal şekilde çoğalması, lösemi tanısına neden olur. Lösemi kalıtım yoluyla aktarılan bir hastalık değildir. Hücre çekirdeğinde gelişen genetik kusurların yol açtığı, hücrenin ölümsüzleşmesi ve çoğalmasıyla ilişkilidir.

Löseminin Tarihi Nereye Dayanıyor ?

  19. Yüzyılın 2 önemli ismi olan Bennett ve Virchow isimli bilim insanları aynı dönemde ve birbirlerinden habersiz olarak literatürdeki ilk lösemi vakalarını bildirmişlerdir.

  Paris’te bir Fransız hekim olan Dr.Donné’nin mikroskopik tanı yöntemleri dersini izleyen Dr. Bennett, Edinburg’da çalıştığı hastanede bu konferanslar sırasında söz edilen hasta tarifine uyan bir hasta fark etti. Takip ettiği hastanın ölümünden sonra yayımladığı makale, bildirilen ilk lösemi olgusu olarak tarihe geçiyordu.

  Aynı yıl içerisinde lösemi hastalığını bildiren ve yayımlayan ikinci bilim adamı ise henüz 24 yaşında olan Dr. Virchow’dur.

 Berlin’de Charité hastanesinde çalışırken takip ettiği Marie Straide adındaki 50 yaşında bir kadın hasta, kısa süre sonra öldü ve hastanın otopsisini yapan Dr. Virchow’un patoloji raporundaki şu cümle dikkat çekiciydi:

“Damarların içi cerahati andıran bir kütle ile doluydu.” Virchow, mikroskopi raporunda renkli ve renksiz hücre oranlarında anormallik gözlemlendiğini, görülen hücre sayısının çok arttığını “her 300 kırmızı hücreye 1 beyaz hücre düştüğünü” bildiriyordu. Bugün, Virchow’un tanımladığı hastalığın “kronik lösemi” olduğu düşünülmektedir

Şekil 2: Rudolf Carl Virchow (1821-1902)

  Lösemi, Amerika kıtasında ilk kez 1852 yılında tanınmıştır. Asıl ilginç yanı ise hastaya tanı konulmasına yardımcı olan patolog Addinell Hewson’ın, ünlü patolog Dr. William Hewson’nun torunu olmasıdır.

Şekil 3: Dr Addinell Hewson (1828-1889)


Şekil 4 : William Hewson (12 Mart 1770 - 23 Haziran 1852)

  Löseminin de alt grupları olduğunun ilk kez farkına varan kişi ise Paul Ehrlich’dir. Geliştirdiği boyama teknikleri sayesinde kan hücrelerinin yapısal görünümleri ve löseminin varyantları daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır. Ehrlich’in bulguları, löseminin farklı tipleri olduğunun ve bu farklı tiplerin farklı klinik süreç ve tedavi biçimleri olabileceğinin anlaşılmasında oldukça önemli bir ilk adımdır.

 

Şekil 5: Alman bakteriyolog Paul Ehrlich. (1854 – 1915)

  Bahsedilen dönemlerdeki tedavi geliştirme sürecinde bir çeşit antibakteriyal etkinlik sağlamak için hasta bedenine iyot sürüldüğü bilinmektedir. Tam olarak tedavi edilebilen ilk lösemi hastası ise 1932 yılında rapor edilmiştir.

  Zürih’ten bildirilen bu vaka Amerikalı bir hastanın arsenik tiroksit ile dalak ışınlamasının da içinde olduğu bir rejim kullanılarak tedavi edilmesini kapsamaktadır. Bu vakanın diğer önemi, uygun kan nakli yapılarak zamanın şartlarında güçlü bir destek tedavinin de uygulanabilmiş olmasıdır.

  Birinci ve ikinci Dünya Savaşı sırasında “mustard (hardal)” gazının insan kemik iliği üzerine toksik etkisi olduğunun gözlenmesiyle başlayan süreç sonucu, ilk kez 1943 yılında alkilleyici bir ajan olan “nitrojen mustard” lösemi tedavisinde kullanılmaya başlamıştır.

Lösemi Çeşitleri Nelerdir ?

  Bu tür, ortaya çıkma ve klinik ilerleme süreçlerine göre akut ve kronik lösemiler olarak 2’ye ayrılır. Akut lösemiler görece daha hızlı ilerler, acil tedavi edilmez ise bireyler günler ya da haftalar içinde ölebilir.  Kronik lösemiler daha yavaş ilerleyen türdür. Tedavi gereği duyulmayan tanılar da bulundurabilir. Löseminin;

  • Akut Lenfoblastik Lösemi
  • Akut Myeloblastik Lösemi
  • Kronik Lenfositik Lösemi
  • Kronik Myelositik Lösemi

1)Olmak üzere bilinen 4 alt türü bulunmaktadır.

 

Şekil 6

  Akut lösemiler tüm lösemi olgularının %95’lik bir kısmını oluşturur. En sık görülen alt türü olan akut lenfoblastikt; çocuklarda daha sık görülür ve tedavi sürecinde olumlu yanıt gösterir.

  Lösemiler köken aldıkları hücre türüne göre “Lenfositik” ve “Miyeloid” lösemi olmak üzere 2 gruba ayrılır;

Lenfositik Lösemi: Lenfositleri (beyaz kan hücrelerini) oluşturan kök hücrenin kontrolsüz artışı ile uyumludur.

Miyeloid Lösemi: Kemik iliğinde lökositleri (nötrofil, monosit, eozinofil ve bazofil), eritrositleri ve trombositleri oluşturacak olan kök hücrelerin kanser türüdür.

Nadir görülen saçlı hücreli lösemi (hairy cell leukemia) da kan kanserleri arasında sayılır.

Lösemi Nedenleri ve Belirtileri

  

Şekil 7
Şekil 8

  Löseminin sebebi henüz tespit edilememiştir fakat hastaların bir kısmında önceden alınmış kemoterapi ya da radyoterapi uygulamalarının ve kimyasal ilaç kullanımının bu hastalıklara yol açtığı düşünülmektedir. Löseminin down sendromlu bireylerde görece fazla görülmesi, genetik hastalık barındıranlarda yatkınlık bulunduğunu düşündürmektedir.

  Sigara kullanımı, enfeksiyonlar (örneğin Ebstein-Barr virüsü), sağlıksız beslenme, kimyasal maddelere maruz kalma, alkol kullanımı gibi sebepler erişkinlerde kan kanserine neden olurken, çocuklarda çevresel faktörlerden ziyade, genetik sorunlar sebebiyle hastalık ortaya çıkmaktadır. Löseminin belirtileri çocuklarda ve yetişkinlerde farklılık gösterebilir.

  Çocuklarda: vücutta meydana gelen sebepsiz morarmalar, çarpma durumunda darbenin etkisine göre orantısız şekilde meydana gelen çürükler, kansızlık, karaciğerde/dalakta büyüme, kan sayımında alyuvar ve hemoglobin seviyelerinin düşük olması, bacaklarda oluşan ve sebebi olmayan ağrılar; yetişkinlerde: aniden ortaya çıkan yüksek ateş, halsizlik, sebepsiz kilo kaybı, aşırı yorgunluk, iyileşmeyen enfeksiyonlar, diş etlerinde şişme, morluklar, koltuk altı/kasık ve boyun bölgesindeki lenf bezlerinde oluşan ve ağrıya neden olmayan şişlikler, cilt altında oluşan kırmızı lekeler, kemiklerde ve eklemler ağrı olmak üzere nedenleri bildirilmektedir. Lösemi belirtileri, lösemi türlerine göre de değişkenlik göstermektedir.

 

Tanı ve Tedavi

  Bu hastalık teşhisinde fiziki muayene gereklidir. Hastaya tam kan sayımı ve periferik yayma testleri yapılır. Mikroskop altında incelenen kan hücrelerinde anormal kan hücrelerine rastlanması durumunda, lösemi teşhisi konulabilir. Kesin teşhis için, kemik iliğinden alınan bir parça; patoloji, sitometri ve genetik laboratuvarlarında incelenmelidir.

  Tanı konulan hastalara, risk grubuna göre farklılık gösteren yoğunlukta ve uzunlukta tedavi süreçleri uygulanır. Lösemi tedavisinin amaçları hastalığın gelişimini engellemek, iyileşmeyi sağlamak (remisyon indüksiyonu), merkezi sinir sistemini metastaz yapmaktan korumak ve alınan yanıtın uzun vadede geçerli olmasını sağlamaktır.

Şekil 9

  Löseminin tedavisinde kullanılan ilk yöntem ilaç tedavisidir. Ağızla ve damar yoluyla verilen kemoterapi ilaçları tedavinin ilk aşamasıdır. Bu sırada kemoterapi ilaçlarına ek olarak; kan ve kan hücresi, koruyucu ve iyileştirici antimikrobiyal ilaçlar da verilir. Tüm bu tedaviye yönelik ilaç kullanımının yanında, hastanın psikolojik seviyesinin bozulmasını engelleyen tedavi yöntemleri de eklenebilir.

  Yüksek riskli grupta yer alan vakalara, tekrarlayan lenfoma ya da solid tümör tedavilerinde kullanılan yüksek doz kemoterapi uygulamasının ardından kök hücre naklinin gerçekleştirilmesi gerekebilir. İlik nakli için gerekli kök hücre, hastanın kendisinden alınabildiği gibi, doku uyumuna sahip bir diğer vericiden de alınabilir. Çocuklarda %90 civarında başarılı sonuçlar elde edilen lösemi tedavisi, ileri yaşlardaki hastalarda risk grubuna göre %50-80 arasında bir başarı oranı göstermektedir. 


Referanslar

Görsel Kaynaklar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yağ Asitlerinin ß-Oksidasyonu Ve Adrenolökodistrofi

  Yağ Asitlerinin ß-Oksidasyonu Ve Adrenolökodistrofi Senanur Karakuş   X kromozomuna bağlı Adrenolökodistrofi, çok uzun zincirli yağ asitlerinin (VLCFA) anormal metabolizmasından kaynaklanan peroksizomal bir hastalıktır. ABCD1 geni, X kromozomu üzerinde bulunur ve adrenolökodistrofi  proteinini kodlayarak uzun zincirli yağ asitlerinin peroksizoma girişinde membran geçişini sağlar. Yağ asitlerinin membrandan geçip peroksizoma girmesiyle uzun zincirli yağ asitleri  ß-oksidasyona uğrar.   ß - oksidasyon , ATP (enerji) üretmek için yağ asidi moleküllerinin daha küçük birimlere ayrıldığı metabolik bir süreçtir. Yağ asitlerinin oksidasyonu başlıca mitokondri organelinde gerçekleşir fakat peroksizom organelleri de mitokondridekine benzer şekilde yağ asitlerinin oksidasyonunu gerçekleştirebilir. Şekil 1   ABCD1 geninde oluşan mutasyonlar sonucu uzun zincirli yağ asitleri peroksizomların içerisine giremez. Yağ asitleri peroksizoma giremediği için parçalanamaz. Bunun sonucunda uzun zincir

Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ?

  Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ? Senanur Karakuş    Şekil 1   Adenozin, bir enerji kaynağı olan ATP’nin parçalanması sonucu oluşan bir biyomoleküldür. Adenozin, adenozin reseptörlerine bağlanarak reseptörleri aktive eder ve vücudumuza dinlen uyu komutu verir. Beynimizin gün içinde enerji kullanması sonucunda nöronların içinde adenozin miktarı artar.  Adenozin miktarının artması sonucu yorgunluk hissederiz (3).   Adenozin nöronlara bağlanarak aktive ettiği adenozin reseptörünün çeşidine göre farklı etki gösterir.   Adenozin, beyni uyanık tutan A1 reseptörüne bağlanıp aktive ederse uyanık kalmamıza yardımcı olan nöronların aktivitesi azalır. Adenozin, uykuyu başlatan A2a reseptörüne bağlanıp aktive ederse uykuyu sağlayan nöronların aktivitesi artar.   Bu iki reseptörün etkisi farklı olsa da sonuç olarak uykuyu başlatma ve uyanık kalmayı zorlaştırma etkisi oluşturur ve   uyku oluşur (1). Şekil 2: Adenozin reseptörleri ve uyku.   Uyku sırasında beynimiz enerji depolarını yenile

Haftalık Planlayıcı (Yeni Yıla Özel)

  Buraya tıklayarak yeni yıla özel hazırladığımız ücretsiz haftalık planlayıcıyı indirebilirsiniz.