Ana içeriğe atla

Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ?

 

Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ?
Senanur Karakuş

  

Şekil 1

  Adenozin, bir enerji kaynağı olan ATP’nin parçalanması sonucu oluşan bir biyomoleküldür. Adenozin, adenozin reseptörlerine bağlanarak reseptörleri aktive eder ve vücudumuza dinlen uyu komutu verir. Beynimizin gün içinde enerji kullanması sonucunda nöronların içinde adenozin miktarı artar.  Adenozin miktarının artması sonucu yorgunluk hissederiz (3).

  Adenozin nöronlara bağlanarak aktive ettiği adenozin reseptörünün çeşidine göre farklı etki gösterir.

  Adenozin, beyni uyanık tutan A1 reseptörüne bağlanıp aktive ederse uyanık kalmamıza yardımcı olan nöronların aktivitesi azalır. Adenozin, uykuyu başlatan A2a reseptörüne bağlanıp aktive ederse uykuyu sağlayan nöronların aktivitesi artar.  Bu iki reseptörün etkisi farklı olsa da sonuç olarak uykuyu başlatma ve uyanık kalmayı zorlaştırma etkisi oluşturur ve  uyku oluşur (1).

Şekil 2: Adenozin reseptörleri ve uyku.

  Uyku sırasında beynimiz enerji depolarını yeniler ve adenozini ortadan kaldırır.  Uykuda adenosin yavaş yavaş reseptörlerden salınır ve reseptörlerini aktive edecek adenozin kalmadığında tazelenmiş bir  uykudan uyanırız.

  Kahve, çikolata, çay gibi yiyecek ve içeceklerle vücudumuza aldığımız  kafein sinir sistemini uyarıcı etkiye sahip psikoaktif bir maddedir. Kafein ve adenozin yapı olarak çok benzediklerinden birbirleriyle yarış halindedirler. Kafein, adenosin moleküllerini taklit eder ve A1 ve A2a reseptörlerine bağlanabilir. Böylece adenozin reseptörlerini bloke eder ve adenozinin bağlanmasını önler. Ancak kafeinin vücuttaki etkisi adenozin ile aynı değildir. Kafein bağlanması sonucu vücudumuza uyan komutu gelir. Kafein, adenozin reseptörlerine adenozine göre daha hızlı bağlanmaktadır. Beynimizdeki adenozin reseptörlerinin bloke edilmesi sonucu beyindeki dopamin merkezi aktif hale gelir. Adenozin seviyesinin fazla olması ise adrenalin salınımında artışa yol açar. Kafeinin etkisi geçtiğinde adenozin tekrardan reseptörlerine bağlanır.

Şekil 3

  Aşırı kahve tükettiğimizde adenozin reseptörlerinin üretimi de buna bağlı olarak artar. Aniden kahve tüketimi azaltırsak reseptörlere bağlanacak kafein olmadığı için adenozin reseptörleri boş kalır böylece kendimizi halsiz ve yorgun hissederiz (2).

 Referanslar

İnternet Kaynakları

 

Resim ve İnternet Kaynakları


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gen Duplikasyonları Ve Evrim İle İlişkileri

  Gen Duplikasyonları Ve Evrim İle İlişkileri Dilanur Gümüşkaya   Gen duplikasyonu teorik olarak, bir DNA parçasının kopyalanıp her iki kopyanın da korunduğu kromozomal mutasyondur. Fakat bu mutasyon, genomda yeni dizilimler meydana getirip yeni genlerin oluşumuna zemin hazırlayan bir durumdur. Bu nedenle duplikasyonlar canlının yeni biyolojik fonksiyonlar kazanmasını sağlayarak evrimde anahtar rol oynamaktadır.   Bir duplikasyonda kopyalanan parça genellikle orijinal parçanın hemen ardında konumlanır ve bu modele tandem (ardışık) duplikasyon adı verilir. (Şekil 1) Şekil 1 Nasıl Gerçekleşir?   Gen duplikasyonları mayoz bölünmede eşit olmayan krossover lar veya replikasyon sırasında meydana gelen hatalar nedeniyle gerçekleşebilir.   Mayoz I’in Profaz aşamasında sinaps oluşturmuş kromozomların orantısız ve yanlış eşleşmeleri duplikasyonu meydana getirir. Bu hata sonucu hem duplikasyon hem de delesyon gerçekleşir. (Şekil 2) Şekil 2   Duplikasyon, evrim a...

Alternatif Splice Mekanizmasının Hastalıklara Olan Etkisi

  Alternatif Splice Mekanizmasının Hastalıklara Olan Etkisi Sude Coşkun   Bizim genetik materyalimiz DNA'dır. Bu nedenle DNA çok önemli bir makromoleküldür. DNA düzeyindeki değişimler mutasyonlar bizleri etkiler ve büyük sorunlara neden olabilir. Bunun yanında DNA'dan transkripsiyon ile RNA molekülü sentezlenir ve RNA'dan da translasyon olayı ile proteinler sentezlenir.  Bu akış santral dogma olarak adlandırılır ve santral dogmaya göre bu geri dönüşü olmayan tek yönlü olaylar dizisidir. Dogma olarak kabul edilen bilgiler aslında geri dönüşü olmayan kesin bilgiler olarak kabul edilse de santral dogmada durum böyle değildir. Özellikle ribozimlerin keşfi, RNA'ların katalitik aktivitesinin keşfi ile önce RNA hipotezi ortaya atılmıştır. Bunların yanında retrovirüslerin RNA'dan DNA elde edebilmeleri de santral dogmanın geçerliliğini etkileyen bir başka durumdur. Tüm bu olaylar RNA molekülün önemini vurgular niteliktedir. Geçmişte özellikle kodlama yapan RNA'lar üzer...