Ana içeriğe atla

Stres Ve Hormonlar Bir Annenin Doğumuna Nasıl Etki Eder?


Stres Ve Hormonlar Bir Annenin Doğumuna Nasıl Etki Eder?
Elif Aydın

Şekil 1

  Doğumda maternal ve fetal değişimler çok önemlidir ama bu değişimler üzerine pek durulmaz. Aynı zamanda endokrin sistemi, fetüs ile annenin etkileşiminde etkilidir ve bunun üzerine de durulmamaktadır. Oysa doğumun başlaması, sonlanması ve doğum sırasında bu etkileşim çok önemli bir yere sahiptir.

Doğumun başlamasında dört faktör bulunmaktadır.

  1. Fetal hipotalamik-pituiter-adrenal aksın (HPA) olgunlaşması ile fetüsün dış ortamda yaşayabilmesi için kortizol salınımının olmasıdır
  2. Doğum sürecinin başlamasında etkili hormonal salınımların olmasıdır
  3. Myometriumdaki hormon reseptörlerinin aktif olmaya başlamasıdır.
  4. Uterus kaslarının etkili kontraksiyonunu ve ilerleyici servikal dilatasyonu sağlayacak olan uterin kasların içerisinde bulunan intrensek faktörlerdir.  (Romano ve Lothian, 2007)

DOĞUM SÜRECİNİ BAŞLATMADA NÖROENDOKRİN SİSTEM İLİŞKİSİ

  Doğumun başlamasında hormonların işlevi çok büyüktür (Romano ve Lothian, 2007) ve spontan ilerleyebilmesi için annenin fizyolojisinin iyi durumda olması ile birlikte fetüsünde doğmaya hazır olması gerekmektedir. (Romano ve Lothian, 2007). Eğer anne fizyolojik olarak iyi durumda değilse, yani annede kronik stres var ise, anne ve fetüs tam olarak hazır olmadan doğum olabilmektedir.

  Annede kronik stres durumu varsa bu olay şu şekilde ilerler; İlk olarak hipotalamik aks uyarılır ve ardından patolojik kortikotropin releasing hormon (CRH) salınır. CRH normalde 16. Hafta salınmaya başlarken erken doğumda CRH 16-20. Haftalarda artıp erken doğuma neden olabilmektedir. Yani patolojik CRH, uterus kontraksiyonlarını uyarır ve doğumun başlamasına neden olur. (Latendresse, 2009).

  Erken dönemdeki yapılan bazı çalışmalar ile maternal, nöral ve adrenal stres hormonlarının, ACTH, vazopressin, oksitosin ve katekoleminlerin plasental CRH salınımının artmasına sebep olduğu gözlemlenmiştir. (Latendresse, 2009)

DOĞUM SÜRECİ

  Doğum sürecinde en etkin CRH, oksitosin, endorfin, epinefrin, norepinefrin ve prolaktin hormonları olarak bilinmektedir. Doğal bir doğumun gerçekleşebilmesi için etkin hormonların doğru zamanda ve doğru miktarda salınması gerekir ki doğum zamanında ve doğru bir şekilde ilerlesin. Hormonlar stresten etkilenir ve hormon salınımı doğru bir şeklide olmazsa doğum erken gerçekleşebilir ya da doğum sırasında ölüm gerçekleşebilir. Doğumun vaktinde ve doğru bir şeklide olabilmesi için kadının stresten uzak olması gerekmektedir. Kadındaki korku, anksiyete ve ağrının sonucu olarak stres hormonlarının artması kontraksiyonların sıklığı ve yoğunluğunun azalmasına neden olur. (Alehagen, Wijma, Lundberg ve Wijma 2005)

BETA- ENDORFİN

  Beta-endorfin hormonu doğal bir narkotik olup hipofizden salgılanır. Gebelik, doğum, emzirme ve seks sırasında bu hormon salınımı artmaktadır. Yani bu hormon ağrı sırasında artıp annenin ağırsının azalmasına neden olmaktadır. Doğum sırasında da beta endorfin hormonu daha da artarak doğumun daha az acılı geçmesini sağlamaktadır. Beta-endorfin arttıkça oksitosin  hormonu azalacağından bu iki hormon arasında bir denge olması gerekmektedir. (Mongan, 2005; Odent, 2001; Romano ve Lothian, 2007).

 EPİNEFRİN-NOREPİNEFRİN

  Epinefrin-Norepinefrin hormonları, stres durumunda böbrek üstü bezlerden salgılanmaktadırlar. Stres hormonları olduklarından doğum başlangıcında seviyesi artmaması gerekmektedir (Mongan, 2005; Odent, 2001; Romano ve Lothian, 2007).  Doğum başlangıcında artmaması gereken bu hormon doğum sonunda çocuk fırlatma aşamasında artması gerekir. Çünkü diğer bir bakışla epinefrin-norepinefrin, fetüs atma refleksini sağlamaktadır (Odent, 2001).

  Çocuk doğumunun en son aşamasındaki hormon artışı ile fetal solunum uyarılır ve akciğerlerdeki sıvı absorbsiyonu artırılır. Böylece yağ asitleri ve glikoz harekete geçerek annede olabilecek olağan titreme, üşümeyi engellemiş olur. Doğumdan hemen sonra ise bu hormonların azalmasıyla üşüme ve titreme tepkimesi oluşmaktadır. (Romano ve Lothian, 2007)

OKSİTOSİN

  Oksitosin hormonu, doğumu hızlandırır ve rahim kasılmalarını sağlayarak kolay bir doğum olmasını sağlar.

  Oksitosin hormonu gebelikte hem anneden hem de fetüsten salınmaktadır ve doğum başlaması ile salınımı gittikçe artmaktadır. Bu hormonun salınmasını hipotalamustan gelen uyarılar baskılamaktadır. Ardından bu durum stres yaratıp oksitosin hormonunun salınım seviyesinin azalmasına neden olmaktadır. (Odent, 2001; Romano ve Lothian, 2007)

  Sevgi hormonu olarak da bilinen oksitosinin; cinsel aktivite, doğum, emzirme gibi eylemlerde seviyesi artmaktadır. Yani annenin sütünün dışarı atılması, bebek ve anne arasında ilginin artmasında oksitosin hormonu etkilidir. (Mongan, 2005; Odent, 2001; Romano ve Lothian, 2007)

REFERANSLAR

  • Alehagen, S., Wijma, B., & Wijma, K. (2006). Fear of childbirth before, during and after childbirth. Acta Obstetrica et Gynecologica, 85 (1), 56-62.
  • Latendresse G. (2009) The interaction between chronic stress and pregnancy: preterm birth from a biobehavioral perspective. J Midwifery Womens Health. 54(1), 8–17.
  • Mongan, M. F. (2005). Hypnobirthing The Mongan Method. Communications, Inc. Deerfield Beach, Florida.
  • Odent, M. ( 2001). The scientification of love. revised ed. London.
  • Romano, A. M., & Lothian J. A. (2007). Promoting, protecting and supporting normal birth: A look at the evidence. JOGNN, 37 (1), 94-105.

İNTERNET KAYNAKLARI

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gen Duplikasyonları Ve Evrim İle İlişkileri

  Gen Duplikasyonları Ve Evrim İle İlişkileri Dilanur Gümüşkaya   Gen duplikasyonu teorik olarak, bir DNA parçasının kopyalanıp her iki kopyanın da korunduğu kromozomal mutasyondur. Fakat bu mutasyon, genomda yeni dizilimler meydana getirip yeni genlerin oluşumuna zemin hazırlayan bir durumdur. Bu nedenle duplikasyonlar canlının yeni biyolojik fonksiyonlar kazanmasını sağlayarak evrimde anahtar rol oynamaktadır.   Bir duplikasyonda kopyalanan parça genellikle orijinal parçanın hemen ardında konumlanır ve bu modele tandem (ardışık) duplikasyon adı verilir. (Şekil 1) Şekil 1 Nasıl Gerçekleşir?   Gen duplikasyonları mayoz bölünmede eşit olmayan krossover lar veya replikasyon sırasında meydana gelen hatalar nedeniyle gerçekleşebilir.   Mayoz I’in Profaz aşamasında sinaps oluşturmuş kromozomların orantısız ve yanlış eşleşmeleri duplikasyonu meydana getirir. Bu hata sonucu hem duplikasyon hem de delesyon gerçekleşir. (Şekil 2) Şekil 2   Duplikasyon, evrim a...

Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ?

  Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ? Senanur Karakuş    Şekil 1   Adenozin, bir enerji kaynağı olan ATP’nin parçalanması sonucu oluşan bir biyomoleküldür. Adenozin, adenozin reseptörlerine bağlanarak reseptörleri aktive eder ve vücudumuza dinlen uyu komutu verir. Beynimizin gün içinde enerji kullanması sonucunda nöronların içinde adenozin miktarı artar.  Adenozin miktarının artması sonucu yorgunluk hissederiz (3).   Adenozin nöronlara bağlanarak aktive ettiği adenozin reseptörünün çeşidine göre farklı etki gösterir.   Adenozin, beyni uyanık tutan A1 reseptörüne bağlanıp aktive ederse uyanık kalmamıza yardımcı olan nöronların aktivitesi azalır. Adenozin, uykuyu başlatan A2a reseptörüne bağlanıp aktive ederse uykuyu sağlayan nöronların aktivitesi artar.   Bu iki reseptörün etkisi farklı olsa da sonuç olarak uykuyu başlatma ve uyanık kalmayı zorlaştırma etkisi oluşturur ve   uyku oluşur (1). Şekil 2: Adenozin reseptörleri ve uyku.  ...

Alternatif Splice Mekanizmasının Hastalıklara Olan Etkisi

  Alternatif Splice Mekanizmasının Hastalıklara Olan Etkisi Sude Coşkun   Bizim genetik materyalimiz DNA'dır. Bu nedenle DNA çok önemli bir makromoleküldür. DNA düzeyindeki değişimler mutasyonlar bizleri etkiler ve büyük sorunlara neden olabilir. Bunun yanında DNA'dan transkripsiyon ile RNA molekülü sentezlenir ve RNA'dan da translasyon olayı ile proteinler sentezlenir.  Bu akış santral dogma olarak adlandırılır ve santral dogmaya göre bu geri dönüşü olmayan tek yönlü olaylar dizisidir. Dogma olarak kabul edilen bilgiler aslında geri dönüşü olmayan kesin bilgiler olarak kabul edilse de santral dogmada durum böyle değildir. Özellikle ribozimlerin keşfi, RNA'ların katalitik aktivitesinin keşfi ile önce RNA hipotezi ortaya atılmıştır. Bunların yanında retrovirüslerin RNA'dan DNA elde edebilmeleri de santral dogmanın geçerliliğini etkileyen bir başka durumdur. Tüm bu olaylar RNA molekülün önemini vurgular niteliktedir. Geçmişte özellikle kodlama yapan RNA'lar üzer...