Ana içeriğe atla

Anne Karnında İlk Gen Terapisi

 

Anne Karnında İlk Gen Terapisi
Sude Coşkun

  “Kaderimizin yıldızlarımızda olduğunu düşünüyorduk ama artık büyük ölçüde kaderimizin genlerimizde olduğunu biliyoruz” demiş James Watson. Gerçekten de çok doğru bir cümle bu cümle. Kalıtımın işlevsel birimlerinin genler olduğunu öğrendiğimizden beri çok şey kazandık diyebiliriz. Bunlardan birisi de gen terapisi yöntemi.


Şekil 1

  Birçok hastalık aslında genlerimizdeki bozukluklardan dolayı meydana geliyor ve biz bu hastalıklara genetik hastalıklar diyoruz. Çok fazla sayıda gene sahip olduğumuz için de çok farklı genetik hastalıklar mevcut. Peki bu hastalıkların bir tedavisi var mı? Farklı genetik hastalıklar için farklı tedavi yöntemleri bulunsa da en ilgi çeken tedavi yöntemi gen terapisi olarak karşımıza çıkıyor. 

  Gen terapisi yönteminde genin ürünü olan protein eğer kusurlu ise bu kusurlu ürünü değiştirmek veya bozulmuş genin yerine yeni terapötik genleri getirmek amaçlanmaktadır. Gen terapisi, genetik hastalıklar, kalp hastalıkları ve kanser gibi hastalıklar için hedeflenmektedir (Larson ve Cohen, 2000). Gen terapisi ilk kez adenozin deaminaz eksikliği hastalığı için Dr. French Anderson tarafından uygulanmıştır. O günden bugüne birçok gen terapi yöntemi farklı hastalıklar için denenmiştir.  

  Geçtiğimiz aylarda New England Journal of Medicine Dergisi’nde ise umut vaat eden bir makale yayınlandı. Yapılan çalışmada anne karnında gen terapisi yöntemi denendi ve şu anlık başarıyla yoluna devam ediyor. Henüz yoluna devam ediyor diyoruz çünkü bu çalışmanın kesin bir başarı olarak sayılabilmesi için daha önümüzde birkaç yıl var. Bunun için hasta takibi sağlanmalı ve buna göre bir başarı olup olmadığına karar verilmeli. 

  Anne karnında gen terapisi bir başka değişle in utero gen terapisi ile ilgili yapılan çalışmalarda 2 yönden dolayı in utero gen terapisinin işe yarayacağı düşünülmüş. Bunlardan biri fetüse gen terapi yaparken çok sayıda somatik kök hücrenin bulunmasıdır. Bir genin somatik kök hücreye kalıcı olarak eklenmesi sonucunda kişinin yavru hücrelerinde de bu gen bulunacaktır ve bu sayede tedavi tekrarlaması zorunluluğunun önüne geçilmiş olunacaktır. Bir diğer avantaj ise fetüsün büyük ölçüde azaltılmış enflamatuar tepkisidir. Fetüsün transgen proteinlerine ve vektöre olan bağışıklık yanıtı azdır. Bu nedenden dolayı viral enfeksiyon etkinliği artar ve böylece viral vektörle gen terapisi daha kolay yapılabilir hale gelir (Larson ve Cohen, 2000).

  Anne karnında gen terapisinin ilk başarısı ise Ayla Bashir oldu. Ayla bebeğe anne karnında iken pompe hastalığı tanısı konuldu. Ayla’nın annesi daha önce de bu hastalık yüzünden çocuklarını kaybetmişti. Bu nedenle yeni bebeğine aynı tanıyı alan annenin ilk önce dünyası başına yıkıldı. Ancak daha sonrasında bir klinik deney ile tanıştı ve her şey değişti (Cohen ve ark., 2022). 

Şekil 2

  Pompe hastalığı nadir görülen bir genetik hastalık. Kalp ve iskelet kasında ilerleyici zayıflığa neden oluyor. Vücuttaki glikojeni parçalamak için kullanılan asit alfa glukosidaz (GAA) enzimini kodlayan gendeki bir mutasyon sonucunda bu hastalık ortaya çıkıyor. Erken başlangıçlı ve geç başlangıçlı olmak üzere 2 formu bulunuyor. Erken başlangıçlı olan formu 138 bin bebekten birini etkiliyor. 

Şekil 3: Pompe hastalığında GAA enziminin etkisi. (Taverna ve ark., 2020)

  Ayla’nın da sahip olduğu bu hastalığın anne karnındaki ilk tedavisinde öncelikle anneye göbek damarından GAA enzimi aşılandı. 24 haftalık hamileyken başlayan bu tedavi her 2 haftada bir olacak şekilde tekrarlandı. Doğumdan sonra da Ayla bebek bu tedaviyi almaya devam etti.

  Şu an hayatına sağlıklı bir şekilde devam eden Ayla’nın tedavisi sayesinde artık doğum öncesi tedavi ile bebeklerin iyileştirilebileceği gösterilmiş oldu. 

Referanslar

  • Larson, J. E., & Cohen, J. C. (2000). In utero gene therapy. The Ochsner journal2(2), 107–110.
  • Cohen, J. ve ark. (2022). In Utero Enzyme-Replacement Therapy for Infantile-Onset Pompe’s Disease. N Engl J Med, 387:2150-2158.
  • Coutelle, C. Ve ark. (2005). Gene Therapy Progress and Prospects: Fetal gene therapy – first proofs of concept – some adverse effects. Gene Therapy,12, pages1601–1607

  • Taverna, S. Ve ark. (2020). Pompe disease: pathogenesis, molecular genetics and diagnosis. AGING 2020, Vol. 12, No. 15.
İnternet Kaynakları

Şekil Kaynakları



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ?

  Kafein Nasıl Uyanık Kalmamızı Sağlar ? Senanur Karakuş    Şekil 1   Adenozin, bir enerji kaynağı olan ATP’nin parçalanması sonucu oluşan bir biyomoleküldür. Adenozin, adenozin reseptörlerine bağlanarak reseptörleri aktive eder ve vücudumuza dinlen uyu komutu verir. Beynimizin gün içinde enerji kullanması sonucunda nöronların içinde adenozin miktarı artar.  Adenozin miktarının artması sonucu yorgunluk hissederiz (3).   Adenozin nöronlara bağlanarak aktive ettiği adenozin reseptörünün çeşidine göre farklı etki gösterir.   Adenozin, beyni uyanık tutan A1 reseptörüne bağlanıp aktive ederse uyanık kalmamıza yardımcı olan nöronların aktivitesi azalır. Adenozin, uykuyu başlatan A2a reseptörüne bağlanıp aktive ederse uykuyu sağlayan nöronların aktivitesi artar.   Bu iki reseptörün etkisi farklı olsa da sonuç olarak uykuyu başlatma ve uyanık kalmayı zorlaştırma etkisi oluşturur ve   uyku oluşur (1). Şekil 2: Adenozin reseptörleri ve uyku.   Uyku sırasında beynimiz enerji depolarını yenile

Yağ Asitlerinin ß-Oksidasyonu Ve Adrenolökodistrofi

  Yağ Asitlerinin ß-Oksidasyonu Ve Adrenolökodistrofi Senanur Karakuş   X kromozomuna bağlı Adrenolökodistrofi, çok uzun zincirli yağ asitlerinin (VLCFA) anormal metabolizmasından kaynaklanan peroksizomal bir hastalıktır. ABCD1 geni, X kromozomu üzerinde bulunur ve adrenolökodistrofi  proteinini kodlayarak uzun zincirli yağ asitlerinin peroksizoma girişinde membran geçişini sağlar. Yağ asitlerinin membrandan geçip peroksizoma girmesiyle uzun zincirli yağ asitleri  ß-oksidasyona uğrar.   ß - oksidasyon , ATP (enerji) üretmek için yağ asidi moleküllerinin daha küçük birimlere ayrıldığı metabolik bir süreçtir. Yağ asitlerinin oksidasyonu başlıca mitokondri organelinde gerçekleşir fakat peroksizom organelleri de mitokondridekine benzer şekilde yağ asitlerinin oksidasyonunu gerçekleştirebilir. Şekil 1   ABCD1 geninde oluşan mutasyonlar sonucu uzun zincirli yağ asitleri peroksizomların içerisine giremez. Yağ asitleri peroksizoma giremediği için parçalanamaz. Bunun sonucunda uzun zincir

Gen Duplikasyonları Ve Evrim İle İlişkileri

  Gen Duplikasyonları Ve Evrim İle İlişkileri Dilanur Gümüşkaya   Gen duplikasyonu teorik olarak, bir DNA parçasının kopyalanıp her iki kopyanın da korunduğu kromozomal mutasyondur. Fakat bu mutasyon, genomda yeni dizilimler meydana getirip yeni genlerin oluşumuna zemin hazırlayan bir durumdur. Bu nedenle duplikasyonlar canlının yeni biyolojik fonksiyonlar kazanmasını sağlayarak evrimde anahtar rol oynamaktadır.   Bir duplikasyonda kopyalanan parça genellikle orijinal parçanın hemen ardında konumlanır ve bu modele tandem (ardışık) duplikasyon adı verilir. (Şekil 1) Şekil 1 Nasıl Gerçekleşir?   Gen duplikasyonları mayoz bölünmede eşit olmayan krossover lar veya replikasyon sırasında meydana gelen hatalar nedeniyle gerçekleşebilir.   Mayoz I’in Profaz aşamasında sinaps oluşturmuş kromozomların orantısız ve yanlış eşleşmeleri duplikasyonu meydana getirir. Bu hata sonucu hem duplikasyon hem de delesyon gerçekleşir. (Şekil 2) Şekil 2   Duplikasyon, evrim açısından oldukça önem taşımak